Devlet Teşkilatı


1- Merkez Teşkilâtı
2- Eyâlet Teşkilâtı olmak üzere ikiye ayrılırdı.

 

 

1-      Merkez Teşkilâtı

 

Merkeziyetçi idareye sahip Osmanlı Devleti’nin başı, Padişah, (Sultân, Hünkâr, Hân,  Hakan) denilen hükümdardı. Padişah, bütün ülkenin hâkimi, idarecisi ve Osmanlı Hanedanı’nın temsilcisiydi. Osmanlı padişahları Sultân I. Selim Hân (Yavuz Sultân Selim) (1512-1520) zamanında, 1516 tarihinden itibaren Halife sıfatını kazanmalarıyla, Müslümanlar’ın da liderleri oldular. Padişah, ülkede mutlak hâkim, dünyada da Müslümanlar’ın temsilcisi olmasına rağmen; yetkileri, vazifeleri kanunnâmedeki şer’i, örfî hukuka göreydi. Vazife ve yetkileri, Osmanlı Devlet Teşkilâtı’nda müesseseler ve yüksek kademeli memurlar tarafından da paylaşılırdı.

 

 

Padişahlar:

1447’den 1771’e kadar Dünya’nın en kudretli hükümdarları ve 1517’den 1683’e kadar gerçek bir Cihan Hükümdarı olan padişahların taşıdığı sıfatlar şunlardır;

1-      Türkler’in büyük hükümdarı olarak Hakan’dır.

2-      İslâm dünyasının lideri ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in meşru halefi olarak Halife’dir.

3-      Doğu Roma İmparatoru olarak Kayser’dir.

4-      Mısır hükümdarı olarak Sultân’dır.

 

Padişahların diğer ünvanları: Şah, Hüdâvendigâr, Zat-ı şahane…

 

Halk daha çok “padişah”, Avrupalılar “Büyük Türk” veya “Sultân”, Saray mensupları “hünkâr” derlerdi. Resmi lakâbları “şevketlü, azametli, celadetli (yiğit, bahadır)” idi. Kendisine hitaben en kısa şekilde “zat-ı şahaneleri”, “zat-ı hümayûnları” derdi. Hitap eden halktan veya samimiyetine girmiş biri ise “padişahım” veya “hünkârım”, yalnız annesi valide sultân “arslanım” derdi.

Şevketlü, yalnız Osmanlı Padişahına mahsus resmî bir lakap olup, başka hiçbir hükümdar için kullanılamazdı.

Padişah gerek hakan, gerek halife sıfatlarıyla sayılamayacak kadar çok hükümdarın tâbî olduğu kişiydi. Bu hükümdarların çoğuna da Padişaha tâbî olmayı Osmanlı devleti kabul ettirmiş değildi, kendiliğinden padişaha tâbî olmuşlardı. Ancak padişahın şahsına tâbî hükümdarlarla (ki bazı büyük hükümdarlardır) doğrudan doğruya devlete veya Osmanlı hükümetine tâbî hükümdarların ayrıldığı görüldü. Hatta beylerbeyi denen Osmanlı eyâlet valilerine, hatta sancak beyi denen il valilerine tâbî hükümdarcıklar ve küçük hanedanlarda mevcuttu. Bu hükümdarların hepsi Müslüman değildi. Hristiyan olmayıp, putperest, Budist, Brahman olanları da oldukça çoktu.

Osmanlı devletini muvaffak kılan bir diğer husus, Osmanlı toplumunun, padişaha candan, tavizsiz, samimi bağlılığı ve itaatiydi. Padişah, bayrak gibi kutsaldı. Gene bayrak gibi devleti temsil ederdi. Bayrak devletin cansız ve kumaştan, padişah ise canlı sembolleriydi. Padişah öldürülebilir, ama ona hakaret edilemezdi. Her şey padişahındı, her şey onun adına yapılırdı. Gerçekte burada padişahın adı, devlet yerine kullanılırdı. Devlet bir mefhum, padişah yaşayan bir kişi olduğu için bu şekilde sembolleştirildi. Padişah devleti kılıç kudretiyle kuran ve imparatorluk haline getiren atalarından mülkü devralan kişiydi.

Padişah, Allah öyle istediği için tahta otururdu. İradesini doğrudan doğruya Allah’dan alırdı ve Allah’a karşı mesuldü.

Ancak bu tablo görünen hukuk bakımından böyleydi. Tatbikatta, padişahın sıkı kayıtlarla bağlı olduğu görülürdü.  Onun otoritesinin bir Hitler’in, bir Stalin’in yanında acınacak kadar mütevâzı kaldığını ise kesin bir şekilde söylemek mümkündü.

 

Valide Sultân:

 Padişahların validelerine karşı son derece hürmetkâr davranmaları, padişah validelerinin saraydaki hüküm ve nüfuzlarını daha da arttırdıBunda muhakkak ki, İslâmîyet’in ana hakkı konusundaki etkili prensiplerinin büyük rolü oldu.

“Cennet anaların ayağı altındadır.” “Ana babaya iyilik etmek, nafile namaz, oruç ve hac faziletlerinden daha faziletlidir.” “Allahû Teâla’nın rızası ana ve babanın rızasındadır.” Hadîs-i şerifleri ana-babaya gösterilecek hizmet ve hürmeti açık bir biçimde ifade etmektedir.

Nitekim Fatih Sultân Mehmed kendisini yetiştiren ve Hristiyanlık dîninde kalmaya devam eden üvey annesi Mara’ya geniş bağışlarda ve temliklerde (mülk olarak verme) bulundu. Yine ona ölünceye kadar, halini hatırını sormaya ve iyiliklerde bulunmaya devam etti.

Kanunî Sultân Süleyman, annesi Hafsa Sultân’ı çok sever, bir dediğini iki etmezdi. Hayırları ve iyi kalpliliğiyle ün kazanan Hafsa Sultân’ın Manisa’da cami, imaret, medrese, mektep ve hangâhı vardır.

III. Murad, validesi Nurbanu Sultân’ın ölümünde matem elbisesiyle cenazeyi takip ile Fatih Cami’ne kadar geldi, orada namazını kıldıktan sonra sarayına dönerek sadakalar dağıttırdı.

III. Mehmed Han da babası gibi validesine çok riayet gösterirdi.

IV. Mehmed’in annesi Turhan Sultân’a, III. Selim Han’ın da Mihrişah Sultân’a karşı hürmet ve tazimleri pek fazlaydı.

Bunun neticesi olarak valide sultânların saraydaki hüküm ve nüfuzları daha da arttı. Bu durum bazı valide sultânların, devlet işlerine karışmasına da yol açtı. Ancak istisnai olarak görülen bu çeşit olayların daha çok çocuk yaşta tahta çıkan padişahlar döneminde olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.

 

 DİVAN:

Osmanlı’da her türlü devlet işleri Divan’da görüşülürdü. Divan ilk olarak Orhan Gazi döneminde kuruldu. Fatih Sultân Mehmed dönemine kadar, divan toplantılarının başkanlığını padişahlar yaptı. Bu devirden sonra toplantılara veziriazam başkanlık etmeye başladı.

Divanda alınan kararlar padişah onayı ile geçerli olurdu. Divan toplantısı genelde sabah namazından sonra yapılırdı. Divan üyeleri saray içinde bir odada toplanır ve karar alırlardı. Divan bugünkü kararlar niteliğindeydi. Divan’ın görevleri şöyle sıralanabilir;

  1. a)Yasalar hazırlamak. Üst davalara bakmak.
  2. b)Yüksek devlet memurlarını atamak ya da görevden almak.
  3. c)Fethedilen yerlerin yazımını yapmak.
  4. d)Para basılmasına karar vermek.
  5. e)Ödeme için hazineden para çıkarılmasını sağlamak.
  6. f)Vergilerin düzenli toplanmasını sağlamak.

 

Divan Üyeleri kimlerden teşekkül ederdi;

 

Veziriazam: Padişah katılmadığı zaman toplantıya başkanlık ederdi. Padişahtan sonra en önemli devlet adamıydı. Padişahın mührünü taşıma hakkına sahipti. Padişah ordunun başında sefere çıkmadığı zaman Serdar-ı Ekrem (Başkomutan) ünvanıyla sefere çıkardı. Veziriazama Kanunî döneminden sonra Sadrazam denmeye başlandı.

Vezirler: Her türlü işlerinde sadrazama yardımcı olan kişilerdi.

Kazasker: Büyük davalara bakar, aynı zamanda kadıların ve müderrislerin (medrese öğretmeni) atanması ya da görevden alınmasına karar verirdi.

Defterdar: Devletin her türlü malî işlerine bakar, gelir ve gider hesaplarını tutardı.

Nişancı: Padişahın mührünü taşırdı. Padişah emirlerinin altına bu mührü basardı. Ayrıca fethedilen yerlerin kayıtlarını tutardı.

Kaptanı Derya: Divana her zaman katılmayıp, ihtiyaç duyulduğunda çağrılırdı. Donanma ve denizler konusunda görüş sorulurdu.

Şeyhülislam: Osmanlı Devleti’nde ilmiye sınıfının başı olan en yüksek dîn görevlisine verilen ünvandı. Şeyhülislâm ünvanı, İslâm ülkelerinde fıkıh bilginlerine verilen bir unvandı. Osmanlı Devleti’nden sonra İstanbul Müftüsü’ne verilmeye başlanmasıyla resmî bir anlam kazandı. Şeyhülislâm, devletin en yüksek dînsel görevlisiydi. Saltanat vekili olan sadrazamla eş tutulurdu. Yeni padişahlara kılıç kuşatma törenleri ve cenaze namazları en önemli görevleri arasındaydı.Yapılan işlerin İslâm dînine uygun olup olmadığı konusunda görüş belirtirdi.

 

Divân-ı Hümayun ve Sadrazam padişahın en büyük yardımcılarıydı. Divân-ı Hümayun günümüzdeki Bakanlar Kurulu, Sadrazam da günümüzdeki Başbakan mahiyetindeydi. Divân-ı Hümayun’da devletin birinci derecede önemli mülkî, idarî, şer’i, malî, siyasî, askerî meseleleri görüşülüp, karara bağlanırdı.

 

Divân-ı Hümayun;

          Padişah adına Sadrazam,

Kubbe vezirleri, Kadı askerler,

Nişancı ve Defterdarlardan meydana gelirdi.

 

XIX. Yüzyılda Osmanlı kabinesi;

          Sadrazam (Başbakan),

Sadaret Kethüdâhgi (İçişleri Bakanlığı),

Reisülküttaplık (Dışişleri Bakanlığı),

Defterdarlık (Mâliye Bakanlığı),

Çavuş Başılık (Adalet Bakanlığı),

Yeniçeri Ağalığı-1826’da Seraskerlik (Millî Savunma Bakanlığı),

Kaptan-ı Deryalık (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı) makamı sahiplerinden meydana gelirdi.

   

2-      Eyâlet Teşkilâtı

 

Devlet teşkilâtında en büyük idarî bölümdü. Eyâletler sancak, kaza ve nahiyelere bölündü. Eyâleti Beylerbeyi, sancağı Sancakbeyi idare ederdi. Eyâletlerin Merkez Teşkilâtı’na benzer idare tarzı vardı. Şehirler Kadı tarafından idare edilip, belediye hizmetlerini ve emniyetini sağlamakla Subaşı vazifeliydi.

 

Taşra Teşkilâtı:

Osmanlı toprakları zamanla genişleyerek pek çok bölgeye yayıldı. Dolayısıyla tek bir merkezden yönetilmesi zordu.

Merkez dışında kalan yerler yani taşra farklı yönetim bölümlerine ayrıldı. Bu yönetim bölümleri büyükten küçüğe doğru şöyleydi. Eyâlet, sancak ve kaza.

 

  1. 1.Eyâlet:

Sancakların bir araya gelmesiyle oluşan idari birimdi. Başında beylerbeyi denilen yönetici bulunurdu. Hem Anadolu, hemde Rumeli’de ki sınırların genişlemesiyle I. Murad döneminde Anadolu Beylerbeyliği ve Rumeli Beylerbeyliği kuruldu.

Beylerbeyi bulunduğu bölgede padişahın vekiliydi. Onun tarafından verilen emirleri ve kanunları uygulardı. Savaş zamanında ordusuyla padişaha katılırdı. Eyâletler ödedikleri vergiye göre ikiye ayrılırdı. Birde bunların dışında özerk yönetimine sahip olan beylikler vardı:

  1. a)Salyaneli (Yıllıklı) Eyâletler: Bu eyâletler yılda bir defa olmak üzere devlet hazinesine vergi öderlerdi. Bu vergiye salyane denirdi. Bu eyâletler şunlardı; Tunus, Cezayir, Yemen, Trablusgarp, Mısır.
  2. b)Salyanesiz (Yıllıksız) Eyâletler: Bu eyâletler yıllık vergi ödemezdi. Onun yerine uygulanan tımar sistemi ile askerlerin bakımını üstlenirlerdi. Bu eyâletler şunlardı: Anadolu, Rumeli, Erzurum, Musul, Bosna, Sivas, Bağdat, Karaman
  3. c)Bağlı Beylikler: Bu beyliklerin yöneticileri padişah tarafından kabul edilirdi. İç işlerinde serbestlerdi. Dış ilişkilerinde ise Osmanlı’ya bağlılardı. Bu beylikler şunlardı: Eflak, Erdel, Boğdan, Kırım, Hicaz.

Bu beylikler savaş zamanı askerleriyle Osmanlı ordusuna katılırlardı.

 

  1. 2.Sancak:

Kazaların birleşmesiyle oluşurdu. Başında sancakbeyi denilen yönetici bulunurdu. Tıpkı beylerbeyi gibi bulunduğu bölgede padişahın emirlerini uygulardı ve savaş zamanı askerleriyle orduya katılırdı. Sancakların güvenliğinden subaşılar sorumluydu, adalet işlerine sancak kadısı bakardı.

Osmanlı şehzâdelerinin pek çoğu yönetimi öğrenmek için padişah olmadan önce sancakbeyliği yapmışlardı.

 

  1. 3.Kaza:

Sancak içindeki kasabaların bir araya gelmesiyle elde edilen yerlerdi. Başında kadı bulunurdu. Kadıların görevleri şunlardı:

  1. a)Kazalardaki vergilerin toplanmasını ve güvenli şekilde başkente ulaşmasını sağlamak,
  2. b)Anlaşmazlıkları çözümlemek yani davalara bakmak,
  3. c)Evlenen kişilerin nikâhlarını kıymak,
  4. d)Şikâyeti ya da isteği olanları dinlemek. Gerekli gördüklerini divanda görüşülmek üzere göndermek,
  5. e)Başkentten gelen emirleri halka ilan etmek ve uygulanmasını sağlamak.

 

Taşradaki Devlet Görevlileri:

Muhtesip adı verilen kişiler esnafı denetlemekle görevli olan kimselerdi. Kapan eminleri, şehirlere gelen tarım ürünlerini kapan adı verilen büyük tartılarda tartan ve vergisini alan, eşit şekilde pazarlara dağıtan görevlilerdi. Beytülmal eminleri devlet mallarının korunmasından sorumlu kişilerdi. Gümrük ve vergi (baç) eminleri esnaftan vergi toplamakla sorumlu olan görevlilerdi.

 

Siyasî ve Hukukî İdare:

Osmanlı Devleti siyasî ve hukukî idare bakımından tam mânâsı ile bir İslâm devletiydi. Osmanlı hukuku içinde (Örfi Hukuk) adı verilen sistem İslâm hukukunun içinde bir mevzuydu. İslâm hukukunda açıkça belli olmayan hususlar, İslâm prensiplerine aykırı olmamak şartı ile Şeyhülislâmların fetvaları ve kanun, kanunnâmeler şeklinde düzenlenirdi. Yasama yetkisi padişahındı ve padişah adına yapılırdı. Medenî hukukta Hanefî Mezhebi’nin hukuk sistemi tatbik edilirdi. Ceza hukuku ve diğer sahalarda Sultânî hukuk da denilen örfî hukuk tatbik edilmekteydi.

Osmanlı hukuk düzeni içerisinde idare, mâliye, ceza ve benzeri konularla ilgili alanlarda padişahın emir ve fermanlarında bulunan değişik meseleler ile ilgili kanunnâmeler vardı. Osmanlı Devleti’nde ilk kanunnâme Fatih Sultân Mehmed Hân (1451-1481) tarafından çıkarıldı. İkinci kanunnâme Sultân Süleyman Hân (1520-1566) Kanunnâmesi’ydi. Bu kanunnâmelerde saltanatla ilgili konular yanında reaya (karma) ve Müslüman halkın devlet düzeni içindeki davranışlarını belirleyen hükümler vardı. XVI. Yüzyıl’da bu konularda Zembilli Âli Efendi ve Ebussuud Efendi’nin şeyhülislâmlıkları zamanında kanunnâmeler ortaya kondu.

Dünya tarihini incelediğimiz zaman; büyük ve uzun ömürlü devletlerin üstün adaletle kaim olduğunu görürüz. Zulüm üzerine kurulmuş devlet ve imparatorluklarda olduğunu ancak ömürlerinin kısa sürdüğünü de görürüz. Kendisine mahsus hususiyetleri, bilhassa kendi dışındaki dînlere tanıdığı çok geniş haklar, daha doğru bir ifade ile diğer dînlerin işlerine, ibadetlerine ve âdetlerine hiç karışmamakla özellik gösteren Türk adaleti çok yüksek meziyetlere sahip bir adaletti.

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol